Niğde-Aksaray’da (o zaman Aksaray il değildi) dere yatağında yatan 1956 Chevrolet Apache’yi gördüğümde 100 milyon lira verilip verilmeyeceğine pek emin olamadım. Üstelik 6 silindir 235 cuin. motorunun içinde su kaldığından, o da donmuş ve çatlamıştı. 1956 1/2 ton Apache 3100 Stepside diye literatürde geçen bu kamyonet bence üretilmiş en zarif ve şık kamyonetti. Üstelik stepside denilen basamaklı arka kasası ayrı bir hava veriyordu (düzlerine de fleetside deniyor).
Kısa bir karar sürecinden sonra kamyonet satın alındı ve kamyona yüklenerek Ankara’ya geldi. 100 milyon lira o zamanın (1995) çok büyük bir parası değildi, ama arabayı satın almanın yanı sıra bir öğrenci olarak tamir ettirecek parayı da bulmak önemliydi. Üstelik zaten 1955 Chevrolet Belair’im vardı, iki klasik bakmak hayli zor olacaktı.
Ankara’da Büyük Sanayi
Kamyonet o kadar kötü durumdaydı ki, şu anda televizyonlarda çok popüler olan HotRod belgesellerinde bile bu durumda bir Amerikan görmedim. İlk yapılacak iş baştan aşağıya soyup, sıfırdan başlamaktı. Bir araba soyulunca da ilk ortaya ne çıkar, elbette şase.
Şaseyi el arabası ile benzinciye götürü, güzelce bir yıkattık, telli fırça ile temizledik. Daha sonra da garaja getirip bakımına başladık. Bu işleri esas yapan Ankara’lı Erkan Metiner Usta (o zamanlar dükkan Büyük Sanayi’deydi, şu anda ise Şaşmaz’dalar. Tel: 532-6647949). Ben de yanında o zamanlar kalfalık yapıyordum, kalfalık deyince gülmeyin, çünkü gerçekten üniversitede her yaz gidip tam mesai çalışırdım orada tamir işlerinde. Yukarıda şasenin yanında poz veren amca is Türkiye’nin ilk yetişen Amerikan otosu tamircilerinden Fikret Amca. Artık çalışmasa da oğlunun dükkanında destek olur ve zaman geçirir.
Şase boyası ile boyanırken
Erkan Usta’nın bir özelliği de her şeyi boyamayı sever. Bir yandan şase ve temizliği ile uğraşırken, bir yandan da dikişe gönderdiğimiz motor bloğu tamirden gelmiş, tezgahta motor yeni tamir takımı ve segmanları ile hazır hale getirilmişti. Geriye motoru şaseye oturmak kaldı.
Sonraki aşama kaporta elbette. Kamyonetin kupası çok temizdi ancak çamurluklar, kaput ve ön panjur için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Türkiye’de maalesef eski arabalarla uğraşmayı göze alan kaportacı yok, genelde kolay işleri yapmayı seviyorlar. Bir nesi sonra ise yapabilecek bile kimse kalmayabilir. Ben de haliyle kamyoneti 2 kaportacı değiştirerek bitirebildim. Yine hurdacıdan arka kasanın kapağından bir tane bularak aldım.
Hurdacıdan zar zor bulduğumuz iki far çerçevesine göre çamurlukları alıştırırken, yine hurdacıdan bulduğumuz kullanılamayacak durumda olan bir panjuru da o zamanlar Şaşmaz’da bulunan ve karoser işi yapan araz iki kardeşe götürdük. Normalde dışarı iş yapmıyorlardı ancak rica ile bu hurda panjurun üzerine paslanmaz sac kaplamayı kabul ettiler. Ortaya ciddi bir eser ve yaklaşık 500 $ tasarruf çıkmıştı.
Kaporta tamamlandıktan sonra elbette macun ve boya sırası gelir. Boya işi de ustalarımızı hayli uğraştırdı, özellikle kışın boya işine girmemenizi tavsiye ederim. Bu kamyonette de ciddi miktarda macun kullanmak zorunda kaldık. Renk olarak o zaman C180 Mercedes’lerde moda olan, şimdi kodunu bulamadığım bir uçuk sarı istedim ve boyacıda katalogdan bulduk. Arka çamurlukları kasaya Volkswagen kaplumbağaların çamurluk fitilleri ile başladık.
Bu arada para olmadığından far, arka stop, ön park lambaları gibi malzemeleri, traktör ve Dodge kamyonet parçalarından alarak kromaj yaptırıp kullandık. Boyadan sonra araba elektrik tesisatı için Zeki Usta’nın hünerli ellerine bırakıldı. Zeki usta şimdi nerelerdedir bilmiyorum ama çok becerikli ancak çalıştırılması zor ve süreç alan bir ustaydı.
Elektrik işleri de tamamlandıktan sonra sıra cam, döşeme ve diğer detay işlere geldi. Camcı ve döşemeci Şaşmaz’daydı. Kışın dondurucu soğuğunda çalıştırmayı başardığımız kamyonet ile bidon üzerinde ön camsız bir yolculuk yapmak zorundaydık. Direksiyonda ben, arkada eskort ile Erkan Usta, Şaşmaz’da camcı ve döşemeciye gittik. Bu arada elbette ön camımız yoktu, kırık olan camı bir ihtimal kalıp yaptırmamız gerekir diye saklarken Konya’da aradığımız ön camı bir camcıda bulduk. Yan ve arka camlar zaten düz cam olduğundan sorun değildi.
Üzerine yüzlerce kedi-köpeğin işediği döşememizi de yeniden doldurup sahte deri ile kaplattıktan sonra kamyonet neredeyse trafiğe çıkmaya hazırdı. Bir eksikle: Plaka. Plakası 51 AZ 720 olan kamyoneti, muayeneye götürdükten sonra 06 DD 374 plakayı aldık ki 1956 yılına uyumlu bir eski plaka olsun.
Sınırlı bütçem ile Amerika’dan bazı parçalarını getirmiştim, bunlar yan aynalar, iç ayna, arka kasa basamak krom kaplamaları, arka kapak CHEVROLET yapıştırma harfleri, kapı kolları gibi pahada hafif malzemelerdi. Ön panjur, sinyal, stop lambaları, direksiyon, iç aksesuarlar gibi parçaları da orijinal yapmak isterdim ama maalesef! Daha sonra biraz param olunca hidrolik direksiyona da çevirdim. Ama maalesef hiçbir zaman orijinal direksiyon göbeği bulamadım.
Erkan Usta solda bıyıklı, ve onun eski atölyesi
Tamponların durumu kötü olduğundan onları kromaja veremedik, yeni tampon da bulamadığımdan macun-boya tampon yapmak zorunda kaldık. Yan çamurluk amblemleri kimse anlamasa da maalesef 1956 değil 1957 modele ait. Kamyoneti uzun bir süre arka kasasının zemini olmadan kullandım. Onu da sonunda güzel alüminyum profiller bularak ve sitelerde çam ağacından yaptırdığım ahşap ile kaplattım. Sonra da elbette alttan ziftlettim, ve yağmurdan korumak için tente örttüm.
Yaklaşık 1,5 yıl bindiğim kamyonete artık konforlu ve yeni bir araba alma ihtiyacımdan dolayı üzülerek 1997’de veda ettim ve İstanbul’a sattım. Uzun bir süre Yeniköy’de gördüm, ancak daha sonra kayboldu. Kim bilir şimdi nerdedir? Ama arkadaşlarım hep ODTÜ günlerini o kamyonet ile andılar.
Ne sorunlar mı yaşadım. Kaputu hiçbir zaman tam olarak kapatamadım, 2nci viteste giderken vites atıyordu, ön fren balatası devamlı kasılıp kendi kendine frenleri zorluyordu, marş motoru bazen basmıyor, tornavida ile kısa devre yaptırmak gerektiriyordu. Bunlar da sanırım eski bir amerikan kullanmanın cilveleri. Benden satın alan Ahmet Bey İstanbul’da ancak 19 saatte gidebilmişti :))
Dileyenler için komple fotoğraf albümü daha kaliteli fotoğraflar ile aşağıdaki linkte:
Herkese sevgiler.
Yavuz Çölaşan