Tam 6 sene olmuş NewYork’la tanışalı ama tekrar görüşemeyeli. O zaman da demiştim tekrar geleceğiz biz bu şehre diye ve beklenen görüşme 2011 temmuz ayında gerçekleşti. Önceki sefer sonbaharda görmüştük NewYork’u, biraz daha sakin, biraz daha serin, biraz daha sonbahar modundaydı. Yazın ise daha bir başka oluyormuş, daha enerjik, daha sıcak, daha kalabalık.
Bu sefer daha çok vaktimiz vardı, tam tamına 6 gün, ama yetti mi diye sorarsanız cevap benim açımdan yine “Hayır!”…
şehrin geçen sefer çok da vakit ayıramadığımız yerlerine ve farklı aktivitelere vakti ayırmaya çalıştık. Elimizde uzunca bir restoran, kafe ve alışveriş listesi ile NewYork’a adım attık. İlk işimiz tabiki otelimize gitmek oldu, geçen seferki New Jersey macerasından sonra, böyle bir maceraya hiç de gerek olmadığına karar verip Manhattan’da şehrin göbeğinde kalmaya karar verdik ve seçimimizi Penn Station’daki Pensylvania otel’den yana kullandık. Bu devasa otelin tek avantajı merkezi olması. Hergün 100lerce kişinin giriş/çıkış yaptığı ve artık çok eskimiş hatta yakınlarda yıkılıp yerine yeni bir binanın yapılması planlanan bir otel. Neyse otel konum itibariyle bizi tatmin etti ama bir dahakine daha şık ve butik bir otelde kalmayı tercih edebiliriz.
Gezi rehberimiz Cartoville harita rehberdi. Hem incecik, hem harita hem de her bölge için öneriler var içinde, tavsiye ederim.
Bu seneki gezimizde daha çok Meatpacking (ki bu bölge daha önce gittiğimizde yoktu, yani restore edilip kullanıma açılmamıştı), Soho, Central Park, Bryant Park bölgelerinde vakit geçirdik. Bir gün Library’yi de gezdik aynı filmlerdeki gibiydi 🙂 Library’ye gitmişken Bryant Park’ta da oturup bir kahve içmeden, dinlenmeden olmaz, hemen binanın arkasında.
İlk gün, ilk işimiz daha önce de yaptığımız gibi B&H’e gitmek, son teknoloji fotoğrafçılık ekipmanlarını incelemek, fotoğraf makinesi, lens ve sualtı fotoğrafçılığı için ekipman almak oldu. Bu alışveriş sonrasında aldıklarımızı otele bırakıp bir kolumda D-SLR ve yeni 50mm lensim, bir kolumda compact makinem NY sokaklarında salına salına ve fotoğraf çeke çeke dolaşmaya başladık. İlk önce metroya atlayıp bizim için yeni olan Meatpacking bölgesine gittik, Highline’da yürüyüp, sokaklarda turladık o arada zaten hava kararıp yemek vakti de gelmiş oldu. Biraz turistik bir mekan da olsa blog camiasından ve arkadaşlarımdan aldığım önerilerle Pastis’e (www.pastisny.com ) oturduk. Dışarıda hava akşam saatinde bile 35 derece olduğu için biz içeride 18 (!) derecede oturmayı tercih ettik –ki NY tatilimizin geri kalanında da 35 ile 18 derece arasında gidip geldik-. Metro 18 derece, sokak 35 derece, mağazalar 18 derece sokak 35 derece 🙂 Neyseki bünyemiz çabucak alıştı bu duruma hatta terli terli 18 derece metroya binmekten zevk bile alır olduk 🙂
Neyse Pastis’ten bahsediyordum, güzel bir Fransız restoranı, turistik, oldukça kalabalık, yemekler güzel ben şahsen Ratatouille yedim ve memnun kaldım. Yemek sonrasında yavaş yavaş yol yorgunluğu üzerimize çökmeye başladı biraz daha Meatpacking’te dolaşıp Standard otelin biergarten’ına göz attıktan sonra otelimize geri döndük.
Günlerimiz genel olarak sabah 9a doğru uyanıp listemizdeki kafelerden birini kahvaltı için seçip 10-11 arası kahvaltı ettikten sonra ya sokaklarda dolaşarak, ya Central Park’ta yürüyerek ya da alışveriş yaparak geçti, tabi haftasonu yaptığımız Hamptons gezimizden de ayrıca bahsedeceğim. Central Park’a önceki sefer gidememiştik ve içimde kalmıştı. Yazın ayrı bir güzel oluyormuş. Amerikan filmlerinden aslında gayet iyi bildiğimiz bir park bu Central Park 🙂 Ama orda olmak bisiklete binenleri, koşanları, büyük gölde kayığa binenleri, çimlerde güneşlenenleri görmek ayrı bir zevkti. Büyük gölün hemen kenarındaki Boathouse cafe (www.thecentralparkboathouse.com ) göl kenarında ya da barında oturup birer kadeh birşey içmek veya yemek yemek için ideal.
Öğlen ve akşam yemekleri için de yine listemizden restoranlar seçtik. Onun dışında orda yaşayan sevgili arkadaşımız Alper de bizi baya güzel gezdirdi, 2 akşam onların seçtiği farklı restoranlarda yedik ve bir akşam da içki içmeye bir rooftop’a çıktık. Manzara müthişti…
Bu kez de 1 gün alışveriş için Woodbury outlete gittik ama bana sorarsanız gerçekten gereksizti. Hele de bizim gibi indirim sezonunda NY’a gittiyseniz outlete gitmeye gerek yok. Manhattan’daki mağazalarda da oldukça ucuz ve çok daha fazla seçenek var alışveriş için. Bir de ground zero yakınlarındaki Century21 var ki bence orası da gayet ucuz ve güzel şeyler bulmak mümkün.
Gelelim nerelerde yedik, içtik kısmına, kahvaltı için önerilerim: Sarabeth’s (www.sarabeth.com biz Amsterdam Av.’dakine gittik ve beğendik), Barney Greengrass (www.barneygreengrass.com çok sempatik, vintage bir ortam, bol kalorili leziz kahvaltıları mevcut 🙂 ), Good enough to eat (www.goodenoughtoeat.com pazar sabahı önünde kuyruk vardı!), Chelsea Market (www.chelseamarket.com yeme-içme + alışveriş için de ideal). H&H bagels hızlı ayaküstü kahvaltılar için ideal.
Öğlen yemeklerinde genel olarak hafif yedik diyebilirim falafel severler için Taim (www.taimfalafel.com çok ufak bir mekan, elinize alıp, ya da ayak üstü yemek durumunda kalabilirsiniz), Eataly harika bir italyan restoranı ve marketi, biz çok beğendik öğlen veya akşam gidilebilir http://eatalyny.com/ . Dean&Deluca’lar da hızlı atıştırmalar için güzel.
Tatlı, pasta için: babycakes’e gidilebilir biraz sapa ve ufak bir yer ama sempatik ve leziz (www.babycakesnyc.com Özlem’in favorisi, onun tavsiyesi ile gittik :)), Magnolia bakery’de (www.magnoliabakery.com kendisi bir NY klasiği, sex&the city izleyenler de gayet iyi bilirler) harika cupcake’ler var göze hitap ediyor benim için biraz fazla kremalı ve ağır ama ortam çok sempatik.
Akıamları ise : biz bir akşam ink48 hotel’in (www.ink48.com ) restoranında yedikten sonra rooftop’ına birşeyler içmeye çıktık, yemekler de manzara da müthişti, o gün NY’daki tek yağmurlu günümüzdü, gündüz SOHO’da yakalandık yağmura ve gezmekten ödün veremediğimizden ayakkabılarımızdan vermek durumunda kaldık, baya ıslandık, yemek öncesinde otele uğrayıp üzerimizi değiştik ama baktık hala yağmur devam ediyor ve trafikte kilitlenmiş, otelimizin önünden bisikletli çek çeklerden birine atladık ve oldukça fantazi bir yolculuk sonrasında tam vaktinde ink hotel’e vardık, yani acil durumlarda çek çek yolculuğu da tavsiye edilir 🙂 , bir akşam canımız burger yemek istedi ve Burger Joint’e gittik (http://bgrtheburgerjoint.com/ ), Le Parker Meridien otelinin lobisi içinde ufacık enteresan bir mekan, burgeri güzeldi ama onca hengameye gerek var mı emin değilim, biz neyseki yer bulduk, bulamayıp sıra bekleyen de baya insan vardı. Diğer bir burger alternatifi de Shake Shack. Momofuku birkaç farklı konseptte restoranı olan bir zincir, biz noodle bar’a öğlen gittik memnun kaldık (www.momofuku.com )
Gelelim Hamptons’a…Haftasonunda 2-3 saatlik araba sürüşüyle okyanus kenarına kaçma fikri çok güzel. Genellikle NewYork’lu zenginlerin yazlıklarının ve pahalı otellerin bulunduğu bölgede eğer gece kalmak istiyorsanız biraz kesenin ağzını açmanız gerekiyor. Bizim orda bulunduğumuz haftasonunda tüm oteller doluydu. Biz de günübirlik gezip geri döndük. Sabah erkenden yola çıktık East Hampton’da gördüğümüz hoşumuza giden bir kafede kahve molası verip otoparka girip çıkan ferrarileri izledik 🙂 Sonra Montauk’a kadar sürüp ordaki fener civarında vakit geçirdik, yine oradaki plajlardan birinde çılgın okyanus dalgalarıyla boğuştuk ki dayak yemiş kadar olduk. Dönüşte yine east hampton’ın içini gezip yemek yedik ve yok üstündeki bir şarap üreticisinde şarap tadalım dedik ama çok da hoşumuza gitmedi şarapları. Akıam hava kararmadan NewYork’a döndük ve DUMBO’da takıldık, biraz yürüdük Rice’da yemek yedik -ki orayı da kesinlikle tavsiye ederim- http://www.riceny.com/home.php . Sonra da Brooklyn bridge’den yürüyerek otelimize geri döndük.
Bu seferki gezimiz de bunlardan ibaretti. Çok fazla müze gezmeye vaktimiz kalmadı sadece MOMA’ya gidebildik ama bir sonraki sefere belki diğer müzeleri de gezebiliriz.
Defne