Romantik bir tatil deyince benim aklıma hep İtalya gelmiştir neden bilmiyorum belki de seyrettiğim filmlerden…
Tabi ki İtalya deyince, romantizm deyince akla ilk gelen şehir de Venedik olur sanırım. Biz de bir klasiği gerçekleştirip turumuza temmuz ayı sonuna doğru Venedik’ten başladık. Tek kelime ile etkileyici, değişik ve romantik. Her ne kadar gezimizden önce birçok farklı kişiden birçok farklı yorum almış olsak da biz sevdik. Evet kalabalıktı, karmaşıktı ama ne insanlar sevimsizdi ne de kanallar kötü kokuyordu. Ya da öyleydi ama bize herşey güzel geldi 🙂
Venedik’te iki gün geçirmek, görülmesi gereken her yerini görmeye yeterli. Eğer üç, dört gün kalırsanız tabi ki görülecek başka yerler de var. Kaldığımız otel küçük ama temiz ve sevimliydi (Hotel Basilea). şehre havaalanından bindiğimiz otobüsle geldik ve otobüs’ten indikten sonra 10 dk’lık yürüyüş ile otelimizdeydik. (kocaman bavullarla bazı basamakları ve merdivenleri geçmek her ne kadar kolay olmasa da..) Venedik’te hayat çok da kolay değil, eğer kaybolmak istemiyorsanız benim tavsiyem bir adet gps bulundurmanız. Eğer ki ben kaybolmaktan hoşlanan maceracı bir insanım demiyorsanız, ki gps ile de hiç kaybolmayacaksınız diyemem 🙂 Evet arada macera yaşamak da güzel. Venedik’te neler mi vardı? Birçok kanal, birçok gondol, birçok vaporetto, birçok turist, bir Rialto köprüsü, bir San Marco meydanı ve bizim için bir gondol turu. Bunlara ek olarak tabi ki bir sürü de unutulmaz an. İlk gün tüm sokakları arşınladıktan sonra ikinci gün vaporetto ile Murano adasına gittik. Meşhur Murano camı üreticisi ve satıcılarının bulunduğu ada Venedik’in daha küçüğü ve daha tenhası ama vaktiniz azsa gitmeseniz de olur. Venedik’te bir diğer alternatif de Lido fakat biz oraya gitmedik.
İlk 2 günümüzü dolu dolu Venedik’te geçirdikten sonra 3. günün sabahı kiralık arabamızı alıp Floransa yoluna koyulduk. Otoyollar o kadar güzel ve rahat ki trafikte gerçekten büyük problemler yaşamadık ama yine hatırlatmak isterim ki şehir içlerinde kaybolmak istemiyorsanız mutlaka gps’li araba kiralayın. Pişman olmayacaksınız. 3 saatlik sürüş ile Floransa’da, hatta arabamızı bir otoparka park etmiş durumda otelimizdeydik. Otelin yeri gerçekten muhteşemdi. Republica meydanındaki tarihi binalardan birinin 4. katındaki 10 odadan biri de bizimdi ve tam da meydana bakıyordu (Hotel Olimpia). Birkez daha www.hotels.com ‘a dua ettik 🙂 Çok büyük bir şehir olmayan Floransa gerçekten sevimli. Köprüleri, heykelleri, meydanları ve sokak sanatçıları ile tam bir sanat sever şehri. Yerlere tebeşir ile muhteşem çizimler yapan ve her gün yaptıklarını yıkayıp ertesi gün başka şeyler çizen sokak sanatçıları beni büyüledi. Ayrıca muhteşem köprüleri fotoğraflamak için Floransa’nın tepelerindeki Michelangelo meydanına sabah saatlerinde gitmenizi tavsiye ederim. Floransa’da ayrıca gezimizin ilk kulesine de tırmandık 🙂 Gezinin bundan sonrasında 999 tane daha tırmanacağımızı bilmeden 400 basamaklı Duomo kulesine tırmandık. Tabi ki manzara şahane. Gençken tırmanmak lazım 🙂 Floransa’da bir ilk daha: Limoncello! Ne kadar şahane bir likör. Tabi siz siz olun öğlen sıcağında bu da ne güzel şeymiş deyip kafaya dikmeyin. Ertesi sabah günübirlik de olsa Toskana’nın yollarına düştük. Floransa’dan 80 km uzakta olan Pisa’yı görmeden Italya’dan gitmek olmaz diyerek 1 saatlik sürüş sonunda Pisa’ya vardık. Ve kule gerçekten eğriydi…Ama kuleye çıkabilmek için çok uzun bir bekleme gerektiği için çıkmadık, hem zaten kule eğri 🙂 Pisa kasaba olarak oldukça sevimli 2 kişilik bisikletlerden kiralayarak şehri turlamak çok keyifli ve bir İtalya klasiği olan Panini’ler leziz. Pisa’dan sonra yolumuza devam edip Puccini’nin evinin olduğu Torre del Lago’ya ve oradan da Viareggio’ya vardık. Upuzun kumsallardan birinde karar kılıp biraz deniz, biraz güneş, biraz uyku, biraz dondurma molası verelim dedik. Akıam üstü de yol üstündeki Toskana kasabalarından Lucca’da durduk. Yine dar sokaklar, şirin meydanlar ve 200 küsür basamaklı bir kule bulup hemen tırmandık. Manzara ve güneş batışı muhteşem…Floransa’ya dönmemiz geceyi buldu ama tabi ki güzel bir yemek ve şarap için hiçbir zaman geç değildir.
2 dopdolu günü de Floransa ve civarında geçirdikten sonra 5. günümüzde Toskana bağlarına doğru yola koyulduk. Floransa’dan güneye doğru inmeye başlayınca hem doğa hem iklim değişmeye başlıyor. Venedik’teki hafif gri ve nemli hava yerini güneşe, şehrin karmaşası yerini Toskana vadilerine ve ortaçağdan kalma kasabalara bırakıyor. Her küçük kasaba görmeye değer. Üşenmedik ve çoğunda durduk, yürüdük, yedik, içtik. San Gimignano, Monteriggioni, Siena, Montepulciano, Assisi…Her kasabada farklı atadan kalma meslekleri icra ediyorlar, demirci ustaları, seramikçiler, mozaikçiler, zeytinyağcılar, sabuncular ve şarapcılar. En güzel şarap tadımlarını Montepulciano’da yaptık. Tüm gün o kasaba senin bu kasaba benim gezdikten sonra Toskana’da kalacağımız otele ulaştık. Kaldığımız en muhteşem oteldi. Aslında otel demek ayıp olur. Ufak çaplı bir castello idi. Üzüm bağlarına ve vadilere tepeden bakan yapı çok eski fakat muhteşem restore edilerek otele dönüştürülmüş (Relais Il Canallichio). Ertesi sabah yine manzaraya karşı kahvaltı etmek müthişti. Kahvaltı demişken, İtalya’da malesef hayallerimdeki akdeniz kahvaltısı hiçbir otelde yoktu. Ben çeşit çeşit zeytinler, zeytinyağları, peynirler beklerken çeşit çeşit pastırmamsı etler, sucuklar karşımıza çıktı hiç bana göre değil ama et severler eminim mutlu olur… Ben ki çok kahve sever değilimdir günde 4 posta kahve içmekten tiryaki olup çıktım. Kahvaltıda kahve, öğleden sonra kahve, yoruldum kahve, canım çekti kahve 🙂 Ama zaten Italya da şarap ve kahve memleketi değil mi ikisinin de hakkını vermek gerek gidince.
Neyse, kahvaltı sonrası yine güneye doğru yola koyulduk. Birkaç Toskana kasabası daha görelim diyerek Spoleto’ya uğradık ama bence gerçekten görmeye değer bir şey yok. En iyisi yola devam etmek. Biz de artık Toskana’yı özümsediğimize göre ver elini Capri deyip bastık gaza. Hedefimiz Napoli’ye varıp hiç vakit kaybetmeden feribot ile Capri’ye geçmek. 3-4 saatlik yolculuktan sonra akşam üzeri Napoli’ye vardık gerçekten de vakit kaybetmemek ve feribota atlamak lazım. Napoli tam bir keşmekeş, eskimişlik, döküntülük şehri.(birkez daha gps’e şükürler olsun!!). Yarım saatlik feribot yolculuğu ile Capri’ye ulaştık. İlk görüşte aşk olmasa bile Capri’yi sevdik. Otelimiz ve deniz manzaralı odamız güzeldi (Hotel Ambassador Weber). Ama otelin internet sayfasında bahsi geçen “free beach” bizim düğündüğümüz kadar free değildi. Otele ait bir kumsal olduğunu düğünürken, ya şemsiyesiz, gölgesiz küçük halk plajında yatacağımızı ya da 2 şezlong + 1 şemsiyenin 35 euro olduğu nispeten daha güzel kayalıkları tercih etmek durumunda olduğumuzu anladık. Yapacak birşey yoktu meşhuuur Capri adasında bulunmanın bir bedeli olacaktı 🙂 plaj ile ilgili hayal kırıklığımız dışında, Capri’nin sevimli merkezini, yediğimiz muhteşem deniz ürünlerini, Anacapri’den aşağı dar kıvrımlı virajları yürüyerek inmeyi ve manzaraları çok sevdik. Genelde Capri’de günlerimiz miskinlikle, denizin ve güneşin keyfini çıkartmakla geçti. Son günümüzde bir bot turu yapmaya karar verdik. Sanıyoruz ki bir de kaptan olacak..Meğer botu bize tahsis ediyorlarmış! Neyse Capri’de kaptanlık yapmak da varmış dedik. Minik motorlu botumuzla 2 saatlik harika ada turunu sağ salim tamamladık. Limandan çıkan dev gemilerin dalgalarıyla mı boğuşmadık, koyda demir atıcam diye mi debelenmedik ama sonuç olarak gerçekten tavsiye ediyorum, çok eğlendik. Yine de Capri’ye gitsem mi gitmesem mi diye düğünüyorsanız benim tavsiyem atlayın Bodrum’a gidin 🙂
3 koca günü Capri’de geçirdikten sonra erken saatteki bir feribotla Sorrento’ya geçtik. Buralara kadar gelmişken Costiera Amalfitana’yı görmemek olmazdı. Ve tek kelime ile muhteşem! Bir daha gidecek olsam hiç düğünmez direk Amalfi’ye giderdim. Bu kıyı şeridi bizim Finike-Kaş aradı gibi keskin virajlara,dar yollara ve mükemmel manzaralara sahip. Hepsi birbirinden şirin minik kasabalar kıyı boyunca 5-10 km ara ile sıralanmış. Amalfi, Positano, Minori, Maiori, Atrani…Ben en çok Positano ve Atrani’yi beğendim hem sevimli hem de daha sakin. Ama haraket istiyorsanız Amalfi derim. Italya’nın en büyük limon üreticilerinin ve dolayısıyla limoncello’nun memleketi Amalfi. (Limocello Roma’dan 3 kat daha ucuz) Malesef bu kıyı şeridinde çok fazla vakit geçiremeden yolumuza devam etmemiz ve tüm yollar Roma’ya çıkar dememiz gerekiyor!
Salerno üstünden 3 saatlik sürüşle Roma’ya akşam üzeri vardık, artık kiralık arabadan ayrılma vakti. Roma’yı yer yer yürüyerek, yer yer metro ile ve tabi ki scooter ile gezeceğiz 😉 (Metro ile gezecek olanlar gece 22.00’den sonra metronun çalışmadığını aklında bulundursun). Otelimiz yine bizi hayal kırıklığına uğratmadı çok sevimli ve hoş bir otel. (Hotel Napoleon) Roma’da tam tamına 3 günümüz var çok heyecanlıyız 🙂 Roma ile ilgili tek olumsuz şey aşırı sıcak, nemli ve yapış yapış olması. Gündüzleri gezmek tam bir eziyet ama şehir o kadar güzel ki…İlk uğrak noktamız İspanyol merdivenleri oldu ki sonraki günlerde de bol bol uğradık. Roma’da gezilmesi gereken belli başlı yerler var Fontana Trevi, Panteon, Navona Piazza, Vatikan, Colloseum vb. Ama bunların dışında her küçük dar sokak sürprizlerle dolu. Birçok minik kafe ve restoran bulabilir ve leziz yemekler yiyip, süper şaraplar ve kahveler içebilirsiniz. Scooter kiralamayı şiddetle tavsiye ediyorum çünkü şehrin normalde aklınıza gelmeyecek köşelerinden geçip, eğlenceli anlar yaşayabilirsiniz. Roma’da ziyaret ettiğimiz bir diğer yer de “Time Machine” isimli gösteriydi. Tesadüfen otelden aldığımız haritada reklamını gördüğümüz gösteriye talep baya fazlaydı. Yaklaşık 1 saat süren gösteri Roma tarihini eğlenceli bir şekilde anlatıyor kesinlikle tavsiye ediyorum. Bir diğer güzel gösteri de bir akşam İspanyol merdivenlerinde öylesine vakit geçirirken kurulduğunu gördüğümüz sahnede gerçekleşti. Bir baktık epeyce insan toplanmış basamaklarda oturuyor ve bir şey bekliyor. Biz de oturduk hem panini’lerimizi yedik hem de sürpriz gösteriyi bekledik. Bir süre sonra 2 kadın 2 erkek opera sanatçısının en meşhur opera eserlerini söylemeleriyle başladı eğlence. Demek ki Roma’da ne zaman ne ile karşılaşılacağı belli olmaz, fazla planlamayıp biraz da akışına bırakmaktan zarar çıkmaz 🙂 Herşey bir yana Roma deyince aklına ilk gelen ne derseniz, hiç düğünmeden, günde 3 defa yediğimiz Roma Dondurması derim 🙂 Gerçekten her kafe, her dondurmacı kendine has farklı çeşitler üretmiş ama benim en sevdiğim yogurtlu ve her türlü meyvalı olanlardı.
İşte böyle böyle neredeyse 2 hafta süren yoğunlaştırılmış Italya turumuz bitmiş oldu. Bir daha Italya’ya gidecek olursa ver elini kuzey Italya.
Defne