Bu yazımda Avustralya maceramızın ilk etabı olan Sydney’i anlatmaya çalışacağım. Kısa bir süre önceye kadar Avustralya sadece hayallerimizde olan bir gün mutlaka gidip görülecekler listesindeydi. Ta ki çılgın kardeşim eşiyle birlikte oraya gidip yerleşene kadar. Onların gidişi ile birlikte artık bizim de gidiş sebebimiz hazırdı. Planlarımızı yolculuktan aylar önce yapmaya başladık, ilk olarak uçuşu daha sonra da konaklamaları planladık. Araştırmalarımız sonunda Etihat havayollarında karar kıldık, Ankara-İstanbul-Abu Dhabi-Sydney uçuşu yaklaşık 25 saat sürdü. Seyahatimizi 2 minik oğlumuzla yaptığımız için tüm tatili buna göre planladık. Kulağa çılgınca gelse de 3 haftalık tatilimizi sorunsuz ve sağ salim tamamladık. Uzun ve yorucu yolculuk sonrasında ekim ayının bir akşam üstünde vardık Sydney’e. Neden ekim ayı derseniz hem bayrama, hem Avustralya’nın ilkbaharına, hem de deniz analarının henüz plajları istila etmediği zamana denk gelmesi sebebiyle. Sydney’de oldukça rüzgarlı bir hava karşıladı bizi tabi bir de kardeşim ve eşi 🙂 Hasret giderme sonrası taksiye atlayıp 9 gün boyunca kaldığımız Bronte beach’deki evimize gittik. Evimiz diyorum çünkü airbnb aracılığı ile bulduğumuz evi tatil boyunca kendi evimiz gibi benimseyip çok rahat ettik.
Öncelikli olarak kalmak için Bronte beachi seçmemizin sebebi kardeşimin Bondi beachteki evine yakın olmasıydı. Aslında kardeşim olmasa Sydney’de nerede kalacağımıza daha zor karar verirdik ve büyük ihtimalle şehir merkezinden de şaşmazdık, bu da Sydney’i keşfetme konusunda bizi kısıtlayabilirdi. Sydney oldukça büyük bir şehir ve birçok güzel semti var. Toplam 11 günde hemen hemen heryerini gezdik ama daha fazla zamanımız olsa daha da gezecek yerler vardı. Günlerimiz genel olarak hem jetlag hem de çocuklar sebebiyle erkenden uyanıp, o gün ihtiyaç duyacaklarımızı sırt çantalarına doldurduktan sonra kahvaltı için kardeşimin seçtiği birbirinden güzel kafelerden birine giderek başlıyordu. İlk sabahımızda kahvaltı için Bondi(Bonday olarak okunuyor:))’daki Three Blue Ducks‘a gittik. Klasik bir Avustralya kahvaltısı nedir diye sorarsanız kızarmış ekmek üzeri avokado dilimleri, ricotta ve pouched egg(bir nevi yumurtanın çılbır hali), bunun yanı sıra Amerikan mutfağına oldukça benziyor, kahvaltıda genelde kahve içiliyor ve kahve konusunda da oldukça iyiler. Ben birkaç farklı kahve denemesi yapsam da Latte art’lar uğruna Latte içmekten şaşmadım. Günümüze kahvaltı sonrasında otobüse atlayıp yarım saatlik bir yolculuk sonrasında şehir merkezine giderek devam ettik. Circular quay’de otobüsten inip önce Sydney’in simgesi olan Opera House’a doğru yürüdük, ilk gün binayı dışarıdan görmekle yetindik, tatilin ilerleyen günlerinde içini de gezme fırsatımız oldu bundan daha detaylı bahsedeceğim. Daha sonra Opera House’un hemen yanındaki Royal Botanic Garden’da biraz vakit geçirdik, iri gövdeli devasa ağaçlardan burda da görmek mümkün. Oldukça büyük bir park, biz biraz yürüdükten sonra çimlere yayılıp dinlendik, güneşli havanın keyfini çıkarttık. Enerjimizi topladıktan sonra Circular Quay’den geçip Rocks bölgesinde yürüdük, bölgede birçok klasik tarz Avustralya ürünleri satan dükkanlar mevcut. Uzun bir yürüyüş sonrasında Hyde Park’a ulaştık, Good Food Month kapsamında park içinde kurulan uzakdoğu mutfağı standlarından yiyecek ve içeceklerimizi alıp açık havada takıldık. Hava kararıp çocuklarının uykusu gelmeye başlayınca evimize dönüp ertesi gün için enerji toplamaya karar verdik.
2. Gün jetlag iyice vurdu, gece 2-3 gibi hepimiz uyandık ve bir süre uyku tutmadı, sonra uyumuşuz, bu sefer de sabah kalkmak zor oldu 🙂 Neyse kardeşler bizi uyandırdılar ve kahvaltı için Bronte sahiline yürüyüp kafelerden birine oturduk. Kahvaltı sonrası kumsalda okyanusa karşı bolca vakit geçirdikten sonra yaklaşık 1 saatlik okyanus kenarı yürüyüşü sonrasında Bondi beach’e ulaştık. Sahil boyunca Sydney sayfiyesinde günlük hayatı gözlemleme fırsatımız da oldu. Modern şık okyanusa karşı evler, ellerinde surfleri ile gezinen “6 pack” gençler, güzel kızlar, herşeyden önemlisi mutlu, sürekli gülen insanlar 🙂 Bu manzara boyunca kulağımızda okyanusun sahile vuran dalga sesleri ve kafamda bu manzaradan ve bu sesten hiçbir zaman sıkılmam fikri…
Bondi Sydney’in en meşhur surf plajlarından. Plajlarda genelde cankurtaranlar oluyor ve 2 bayrakla belirledikleri alanda yüzmek de serbest. Tabi yüzebilene. Çok dalgalı olduğu için yüzmekten ziyade surf yapmaya uygun. Öte yandan köpekbalığı korkunuz da varsa hiç denize girmek istemeyebilirsiniz. Biz önce çimlerde biraz yayılıp manzara karşı sohbet etmeyi tercih ettik. Kumsalda yürüyüş yapıp, dalgalarla oynadık, sahil boyunca duvarları süsleyen duvar resimlerine hayranlıkla baktık. Neredeyse tüm günü plajlarda geçirdikten sonra akşam yemeği için kardeşimin çalıştığı Bondi’daki Sefa restorana gittik. Sefa Ortadoğu mutfağından yemekler sunan küçük ama çok şirin bir mekan, yemekler de oldukça lezzetliydi.
Sonraki 2 gün için planımız Sydney’e araba ile 3 saatlik mesafede bulunan Blue Mountains bölgesine gitmek, orayı gezdikten sonra üzüm bağları ve şaraplarıyla meşhur Hunter Valley’e geçip geceyi orada geçirmek ve ertesi gün New Castle’a yakın Stockton beach’te sand dunes yani bir nevi çöl oluşumu olan kum tepelerini görmekti. Sabah önce Chez Dee‘de güzel bir kahvaltı edip ardından, kiraladığımız büyük arabamız ile 4 yetişkin 2 çocuk yola koyulduk. Blue Mountains, Avustralya’nın Grand Canyon’u olarak biliniyor. Gerçekten etkileyici bir oluşum, Amerika’daki Grand Canyon’dan farkı tamamen ağaçlarla kaplı yeşil bir kanyon olması.
Blue Mountains denmesinin sebebi tamamen okaliptus -diğer adı ile “Gum tree”- ağaçları ile kaplı bölgede ağaçlardan buharlaşan okaliptusun mavimsi bir bulut gibi kanyonu kaplaması. Oldukça büyük kanyonda birçok yürüyüş rotası mevcut. Bizim gibi sadece manzarayı görüp, kısa yürüyüşler yapmak istiyorsanız, Katoomba’da arabanızı park edip, “3 sisters” kayalıkları ve kanyon manzarasını izledikten sonra, Scenic world’ün sunduğu skyway (teleferik) ile karşıya geçebilir, railway ile dünyanın en dik tren yolunu deneyebilir ve orman içindeki rotalarda kısa yürüyüşler yapabilirsiniz. Gezi sonrasında kasabada yemek yiyebilirsiniz, eski bir Amerikan kasabası görünümündeki kasaba için çok sevimli diyemeyeceğim. Çok fazla kafe ve restoran yok, birkaç vintage mağazası dışında çok fazla dükkan da yok. Biz gözümüze en sevimli görünen restorana oturup kanguru burger denedik! Tavsiye eder miyim, etmem. Oldukça sert bir et. Ama denemiş olmak için denenebilir tabi.
Öğleden sonra saatlerinde Hunter Valley’e geçtik. Birkaç şarap üreticisinde durup şarap tadımı ve alımı yaptık.
Bolca pastoral manzara eşliğinde çiftliklerin arasından geçen yollarda araba ile gezdikten, sonra güne batımında
Kanguruların otlamaya geldiği düzlükte bekledik. Gerçekten de tam gün batımı saatlerinde 7-8 tane Kanguru geldi.
Malesef çok yakınlarına gidemedik çünkü kaçıyorlardı. Doğal ortamlarında onları izlemek gerçekten değişik bir deneyimdi.
Daha sonra akşam mangal yapmak üzere alışverişimizi yaptıktan sonra konaklayacağımız Carriages isimli çiftliğe geçtik. Bağların arasındaki çiftlik evi, sevimli odaları ve kahvaltısıyla oldukça tatmin edici bir konaklama oldu.
3. günümüzü de bu şekilde tamamladıktan sonra 4. gün yine erkenden uyanıp güzel bir kahvaltı sonrasında yola koyulduk. İlk planımız New Castle’a gitmek oradan da Stockton beach (Sand Dunes)’a geçmekti. Fakat yolumuz beklediğimizden uzun sürdü. Sebebi de aslında her sene bu vakitlerde ve yaz aylarında Avustralya’da sık sık meydana gelen orman yangınıydı. Biz seyahatimiz boyunca birçok yangına tanık olduk. New Castle civarındaki yangın tam geçmek istediğimiz yol ve civarında olduğu için yolumuzu baya uzatmak zorunda kaldık. Öyle olunca öğle yemeği için New Castle’da mola verip hızlıca bir burgerciye oturduk. Avustralya seyahatimizde bol bol burger yediğimiz doğrudur. Burger’leri gerçekten güzel oluyor ve özünde köfte olduğu için çocuklar da baya seviyorlar 🙂
Yemek sonrasında sahil boyunca yürüdük, çocuk parklarında ve plajda vakit geçirdikten sonra, Stockton beache hareket ettik. Stockton beach oldukça uzun bir plaj. Plaja ulaşabilmek için bir noktaya kadar araba ile toprak yoldan devam edip yolun “4×4″e uygun olmaya başladığı noktalarda arabamızı park edip 10-15 dak yürüyerek plaja ulaşmayı başardık. Bu noktada yanınızda çocuklar varsa sırtta çocuk taşımak için tasarlanmış çantalardan kullanmanız gerekecek demektir. Kum tepelerine ulaştığımızda etkilenmememiz mümkün değildi, gerçekten insana çölde olduğunu hissettiren bir oluşum. Eğer uzaktaki okyanus manzarası olmasa çölde olduğunuza inanabilirsiniz bile.
Kum tepelerinde yürüyüş ya da offroad sürüş yapmaktan başka pek yapacak birşey yok. Ama gidip görmeye değer. Biz yaklaşık 1 saat geçirdikten sonra Sydney’e dönüş yoluna koyulduk. 1 saatlik araba sürüşü sonunda Sydney’e vardık. İş çıkışı trafiğinden kurtulmak için hemen şehrin girişindeki İtalyan mahallesinde bir İtalyan restoranına oturduk. Eve yine yorgun argın attık kendimizi ne de olsa ertesi gün yine aynı tempo bizi bekliyordu. 5. günümüzün sabahında kahvaltı için The Grounds‘a gittik, Alenxandria bölgesinde oldukça popüler ve sevimli bir mekan. Haftasonu olduğu için de oldukça kalabalıktı. Güzel bir menüsü var ayrıca kahveleri de harika. Farklı farklı kahveler deneyebilir, uzun süreli Sydney’deysiniz benim aklımda kalan Latteart kursuna yine bu mekanda katılabilirsiniz. Kahvaltı sonrasını Paddington ve civarında geçirmeyi planlamıştık. kahvaltı ettikten sonra 2. el pazarında uzunca vakit geçirdik. Her türlü ihtiyacı karşılayacak türlü türlü şey bulmak mümkün. Çocuklar için oyuncaktan, ıvır zıvıra, antika şeylerden, ev eşyalarına kadar. Eğer Sydney’de yeni ev kuracaksanız rahatlıkla bu pazarlardan aksesuar alınabilir.
Pazar gezmesi sonrası tüm Paddington’ı yürüyerek gezdik. 2-3 saatlik bir yürüyüşle mağazalara gire çıka Hyde Park’a ulaşabilirsiniz. Bir sürü tasarım ürün satan mağaza, butikler, kafeler ile oldukça keyifli ve hareketli bir muhit. Öğleden sonra Opera House’un içini gezmek üzere o tarafa gittik. Opera House’un şu anki müdürü çok uzun yıllardır Sydney’de yaşayan bir Türk olunca ve aynı zamanda da bizim bir tanıdığımızın tanıdığı olunca, Opera House’un içini de detaylı bir şekilde görmüş olduk. Gerçekten yapıldığı yıllara göre oldukça modern ve etkileyici bir bina. Sydney’in simgesi
olmayı gerçekten hak ediyor. 1 saatlik turumuz sonrasında akşam yemeği için The Rocks bölgesinde bahçesi olan bir Pub’a oturduk. Pub meğer bir nevi kendin pişir kendin ye mekanıymış 🙂 İçeriden etlerini seçip bahçedeki gazlı barbeküde pişirip yiyorsun yanında istediğin kadar salata ve tabi ki bira. Mekan çocuklarla da vakit geçirmek için uygun ferahtı ve özünde Pub olduğu için de kendimizi gece dışarı çıkmış gibi hissettik 🙂 Bu uzun gün ve gecenin ardından evimize döndük.
6. günümüz için plan Shark bay ve Nielson Park’a gitmekti. Sabah kahvaltımızı evde yaptıktan sonra plaja gittik. Pazar günü olduğu için oldukça kalabalık olanda plajda biz de kendimize büyük ağaçların altında bir yer bulup çoluk çocuk yayıldık. Kimimiz okyanusa girdi girmesine ama adı üstünde “Shark bay”, köpekbalığı tehlikesi olacak ki plajın bir bölümünü ağ ile çevirmişler, insanlar o bölgede yüzüyor, böylece köpekbalığından korunmuş oluyorlar!
Deniz keyfinin yanı sıra, birçok kişi gibi biz de piknik yaparak günün büyük kısmını orada geçirdik. Hemen plajın arka bölgesi olan Nielson Park’taki büyük gövdeli 1000 yaşındaki ağaçların gölgesinde vakit geçirmek de ayrıca çok keyifliydi.
Akşam yemeği için Coogee beach’e gittik, gençler arasında oldukça popüler olduğu söylenen koyda yemek yiyecek bir yer araken tesadüfen Brezilya usulu barbekü yapan Churrasco‘yu bulduk. İlk defa tecrübe ettiğimiz Brezilya usulu barbeküyü sevdik. Yiyebildiğin kadar ye mantığı ile sen dur diyene kadar çeşit çeşit et geliyor. Kimi çok leziz, kimi biraz garip ama genel olarak oldukça başarılı bir konsept. Yemek sonrası aşırı şişmiş vaziyette kendimizi eve zor attık.
7. günümüzde plan tüm günü Manly beach’te geçirmekti. Sydney o kadar büyük ve görecek o kadar çok plaj var ki hergün gez gez yine bitiremedik. Manly beache gidebilmek için önce şehir merkezine gitmek gerekiyor. Circular Quay’den kalkan vapurlarla yarım saatte Manly’e ulaşmak mümkün. Sanki ayrı bir sayfiye yeri havasındaki Manly oldukça da turistik. Birçok hediyelik eşya mağazası, kafe, restoran mevcut. Biz varır varmaz plaja gittik, okyanusla haşır neşir olduk. Surf yapmak isterseniz burda da kiralamak mümkün. Biz cesaret edip deneyemedik. Öğlen yemeğini plajın hemen arkasındaki yürüyüş yolu boyunca dizili banklardan birinde atıştırarak geçiştirdikten sonra. Mağaza ve dükkanları gezmek üzere plajdan ayrıldık.
Güzel hediyelikler ya da yazlık kullanıma uygun surfçü tarzı kıyafetler bulmak mümkün. Yine de hediyelik alışverişlerinizi Sydney’deki Paddy’s Market’tan yapmanızı tavsiye ederim. Ondan daha detaylı bahsedeceğim. Sydney’e geri dönemden önce vapurumuzu beklerken vapur iskelesindeki Pub’da biralarımızı yudumladık. Bir sonraki gün Cairns yolcusu olacağımız için evlerimize dönüp yol hazırlıklarımızı yaptık. Cairns ve Whitsundays’de geçirdiğimiz 9 günü ayrı bir yazı ile detaylı anlatacağım. Fakat ondan önce Türkiye’ye dönmeden önceki son 2 günümüzü yine Sydney’de geçirdiğimiz için o kısmı da bu yazımda anlatmak istiyorum. Whitsunday dönüşü Sydney’de 2 gece Darling harboura yakın kalıp biraz da şehir merkezinin havasını solumak istedik. Novotel 2 gece konaklama için rahat ve lokasyon olarak da uygun. Otelimiz China town’a çok yakın olduğu için ilk gün China town’ı yürüyerek gezdik. Güzel asya restoranları var çin, japon, tayvan, vietnam, malay ne isterseniz. Biz ilk gün Old Town isimli küçük bir Hong Kong restoranında yedik. Ortamı sevimliydi ve yemekler de lezizdi. Daha önce denemediğimiz farklı farklı şeyler denedik. Daha sonra Darling harbour’a yürüdük ve hava karardığı için tüm ışıkları ve canlılığıyla görmüş olduk. Sahilde birçok restoran, kafe, bar, pub mevcut, alışveriş için de mağazalar var. Benim favori mağazalarımdan biri Cottonon oldu. Özellikle de çocuk bölümü. Kıyafetin yanı sıra içinizdeki çocuğa hitap edecek rengarenk çantalar ve kalem kutuları da var 🙂 İyice yorulduktan sonra serinleyen hava ve üzerimizde hava kaç derece olursa olsun şort olmasının etkisiyle (bir Aussie her zaman şort giyer :)) elimize sıcak kahvelerimizi alıp otelin yolunu tuttuk. Ertesi gün sabah kahvaltısı için Double Roasters‘a gittik. Sevimli bir diğer mekan daha.
Güzel bir kahvaltı sonrasında Bondi beach’e gittik. Çimlerde okyanus manzarasına karşı piknik yaptık. Akşam üzeri tekrar China town ve Darling harbour civarında gezindik.Sonraki günün akşamında Türkiye’ye dönüş uçağımız olduğu için son günümüzü mümkün olduğunca alışverişe ayırmaya çalıştık. Sabah kahvaltısı sonrasında Paddy’s Market’a gittik ve yaklaşık 2 saat kadar dolaştık. Oldukça büyük bir alanda kurulu 100lerce farklı stand’in olduğu bir pazar alanı. Her çeşit
hediyelik eşyanın yanı sıra kıyafet ve elektronik türevi de var. Alışveriş sonrasında Power house müzesini gezdik. Çocuklar için de büyükler için de ilgi çekici bir müze. Son olarak tekrar Darling harbour’a geçtik. Hem cumartesi olduğu için hem de hava çok güzel olduğu için çoluk çocuk ailecek gelmiş insanlar. Hayatımda gördüğüm en kapsamlı ve yaratıcı çocuk parkı da buradaydı. Fıskıyeli çocuk havuzunda çocuklar mayolarıyla nasıl eğleniyordu anlatamam. Bizim çocuklar da eğlenceye hemen ayak uydurdular 🙂 Dolu dolu ve yorucu geçen Sydney’deki son günümüzün ardından bavullarımızı alıp bizi bekleyen 30 saatlik yolumuza koyulduk. Hayatımızın en maceralı 3 haftasının 11 gününü Sydney’de geçirmiş olduk. Maceranın diğer kısmı bir sonraki yazıya 🙂
bol maceralı nice tatillere
Defne