Şehir ve iş yaşantısının içinden ufak bir kaçamak: denize ve doğaya… hem İstanbul hem de Ankara’lılar için yazın ve baharın kaçamak yeridir Amasra, eşsiz doğası, denizi ve vazgeçilmez salatasıyla süslenmiş rakı-balık sofralarıyla… Ama biz Amasra’yı biraz geçtik, hayır yanlışlıkla değil bilerek, nerede biraz kalabalık görsek ondan kaçmayı görev bilmiş insanlar olarak devam ettik yola, hayır Çakraz da değil, orayı da geçtik, tüm bunlar şirin sakin Karadeniz kasabaları olsa da bizim için hala kalabalıktı… yeşiller arasında bir koy ve koyun içindeki ufak bir pansiyon bulunca istediğimizin burası olduğuna karar vermiştik bundan 7 ya da 8 yıl önce. O zamandan beri Akkanok köyündeki bu koy yazın ve baharın kaçamakları için tek yer oldu hayatımızda.
Cuma günü işten biraz çabuk kaçmayı başaranlar için tavsiyem hiç vakit kaybetmeden yola düşmeleridi, iyi bir tempoyla Ankara-Gerede-Çaycuma-Devrek-Çakraz üzerinden 3,5 saat sonra, tamam siz bunu 4,5 yapın iyisi, Akkonak Köyüne varırsınız. ilk gidenler için tavsiyem yoldaki güzelliklere dalıp vakit kaybetmeyin, hayır yoldaki görüntüler kötü olduğundan değil güneşi denizin üzerinde yakalayabilmek için, bu aylar için 19:00-19:30 arası masadaki yerinizi almanız en makbulüdür. Orada sizi Karadeniz karşılar tabii nasıl karşılayacağı hiç bilinmez, Karadeniz bu aslında geleni sevmez pek, benim hayatımdaki istatistiklere göre hafta sonları nedense hava bozar, ama puslu bir havada Karadenize bakmanın keyfi de bir başkadır. Neyse ben yine de şanslı hafta sonunun, havanın güzel, denizin sakin, keyiflerin hoş olduğu hafta sonuna döneyim. Gideceğiniz yere vardığınızda ilk iş bence rakıyı söylemektir, zaten güneş rakı burcundadır o saatlerde, kıvamlı bir rakının bardağa sıvanmasıyla siz de güneşin denize batığını izler hayallere dalarsınız, 4 saat önce başında durduğunuz PC nizin, belki size fırça atan patronunuzun, yapılmadığını gördüğünüz işleri sallayan çalışanlarınızın, ya da nasıl ödeyeceğinizi düşündüğünüz kredi kartı ekstrenizin, iehirde bıraktıklarınızın, topunun şerefine sağlam bir yudum alırsınız rakıdan, fazla meze beklemeyin yok çünkü, beyaz peynir, kızartma, kavun yeterlidir, öyle kalamarmış karidesmiş, şuymuş buymuş yok… salatanın gelmesi biraz zaman alıyor şimdiden söyleyeyim, mesleğinin garsonluk olmadığı çok belli olan arkadaş salatayı masaya koyarken “kusura bakmayın beklettik, bahçeden ancak topladık salata malzemelerini” dediğinde gelmeyen salataya da siniriniz geçer.
Bundan sonrası size kalmış karadeniz yavaş yavaş içine alırken güneşi hava da serinler yavaştan, ne mevsim giderseniz gidin uzun kollu biraz kalın birşeyler götürmelisiniz yanınızda… Sonra gece ayın doğması ile renklenir yeniden, çınlayan rakı kadehleri, atılan kahkahalar, bazen süzülen gözyaşlarıyla uzar gider… Ya direk odanıza çıkar yatarsınız ya da elinize aldığınız bir şişe birayla biraz da sahilin tadını çıkarırsınız, sırtüstü yatıp yıldızlara bakarak, etrafı saran kayaların gölgelerinin arasından lacivert gökyüzüne bakakalırsınız, aman orada uyumayın çok kötü hasta olursunuz, sahilde uyuma fantazisini siz gene ege ve akdeniz sahillerine saklayın, zaten taşların üzerinde uykuya dalmak da zordur, evet taşlar çünkü kumsal yok, kayalık ve taşlık bir sahil orada sizi bekleyen…
Kaçta yatarsanız yatın önemli kural sabah erken kalkmaktır, uykusuz alkollü yüzünüzü denizle yıkamak önemlidir, kıyıdan denize girmeyi çok tavsiye etmem zira Karadeniz soğuktur ve ayaklarınızın yosunun ve kayanın üzerinde dolaşması sevmiyorsanız, uygun bir kayalıktan kendinizi suya bırakmanız en güzeli. Bu arada yosunlu deniz pistir inancını taşıyanlar var ise diye yazıyorum bu bir hurafedir, yosun bir deniz bitkisi olup kayayla bitişik olarak bulunuyorsa bu bulunduğu yerin temiz olduğu anlamına gelir. Denizin soğuğu sizi zımba gibi yapar ama soğuk diye çıkmayın “alışırsınız” ve bu alışma ayılmayı da getirir beraberinde. Sonra güneşin deniz üzerinde pırıldayan yansımalarıyla beraber kahvaltı, bahçeden toplanmış domates, salatalık, biber ve demli bir çay keyfiyle… bundan sonrası size kalmış, çevre koylara kısa yürüyüşler, okey, kağıt, tavla oyunları, patates kızartması bira keyfi, uyuma, kitap okuma gibi aktivitelere açıktır gün. Ha tabi benim hiç yapmadığım güneşlenme olayı da var tabi isteyenler için.
Yeniden akşam olur… güneş denizle dans etmeye başlamıştır yeniden, nazlanarak kendini denize bırakır güneş, ışıltılarını gökyüzüne salarak. Ne rengidir bilinmez o zaman ama kızıla çalar gökyüzü… Hafiften laciverterte döner… Rakıdan alınan yudumlar sıklaşır… Sarımtırak olur ufuk… Hafiften griye döner sonra başınız döner… kadeh elinizde döner… ay çıkmıştır gökyüzüne yıldızlarla halaya döner… Karadeniz kıpırtısız önünüzdedir. Yaramaz çocuğun uykusudur bu sakin hal bilirsiniz… yorgunluktan mı bilinmez ama haiften sallanır yakamozlarla beraber… başınızın dönüşüne ritm tutar sanki… Dalarsınız, geceye, hayallere, Karadeniz’e… ve en nihayetinde uykuya dalarsınız…
Sabah sizi uyandıracak ne çalarsaat, ne trafik sesi… çağırmaktadır sizi deniz, en karşı konulmaz haliyle.. balkondan bakınca denize, acaba atlasam yetişebilir miyim diye aklınızdan geçirirsiniz… Ve Karadeniz sizi beklemektedir, kıpırtısız… ve yapacağını yapmıştır yaramaz çocuk tüm kötü arkadaşlarını toplamıştır yanına size süprizi hazırdır, tüm koy denizanalarıyla dolmuştur evet Karadeniz başına buyruktur, kendi ne isterse onu yapar, sanki gülümsüyordur şimdi size, Karadeniz’in haylazlık halleri dersiniz içinizden, n’olurdu bir gün daha müsaade etseydi onunla dans etmemize, kulaçlarımızı teninde gezdirmemize… Ama istememiştir naparsınız aşk olmasa da ilişki “iki” kişiliktir… sizin aşkınız Karadenize platoniktir o andan itibaren, o sadece uzaktan izlemenize karar vermiştir. Amasra gezilebilir, tepelere çıkıp deniz manzaralı çaylar içilebilir, yol üstü Safranbolu gezilebilir… Hafta sonu bitmiştir, kaçamak da… Sizi beklemektedir şehirde tüm gerçekler… kaça kadar vaktiniz varsa o kadar orada kalmanızı tavsiye ederim ama hem dolambaçlı yollardan döneceğinizden, hem de yolun keyfini çıkartmak için gündüz gözüyle yolculuk yapmanızı tavsiye ederim ben… Akkanok köyünden Ankara’ya da İstanbul’a dönüş yolu için Amasra’ya uğramanız şart değil ama bence gene de yolu uzatmayı göze alıp Amasra’dan geçin, son çay bahçesinde denize bakıp çayınızı yudumlayın ve Çeşm-i Cihan’da durup son kez Karadeniz’e bakın, oradan size gülümseyecektir deniz, son gününüzü biraz berbat etmenin keyfiyle, ama zafer kazanmışcasına ve yeniden yanına geleceğinizi bilmenin keyfiyle, güneşin üzerindeki ışıltılarıyla nazlı nazlı hoşcakal der size Karadeniz, ne yaparsa yapsın kendisini terk edemeyeceğinizi bilen bir kadın/erkek gibi… Son baktığınızda siz de bilirsiniz tekrar olmasa da yeniden geleceksinizdir sevgilinizin yanına ufak bir kaçamak için olsa da…
*Yolculuk boyunca Kazım Koyuncu dinlemek iyi gelir bence, Karadeniz’i yok etmek isteyenlere, Karadenizlileri kansere mahkum etmeye çalışanlara dişinizi sıkarak, Çernobil’e lanet ederek, deli dolu ritmine kaptırarak kendinizi müziğin… Kazım’ı anarak…