4 günde Cote D’Azur Nice-Cannes-St.Tropez

by Defne

   

 

Eğer çok fazla vaktiniz yoksa ve bizim gibi 4 günde tüm güney Fransa’nın fransızların deyimiyle “Cote D’Azur” bölgesini gezmek istiyorsanız, hızlı hareket etmeye, günde en az 3-4 saat yürümeye ve toplamda yaklaşık 500 km araba kullanmaya hazırlıklı olun. Biz gezimize İstanbul’dan Nice’e uçarak başladık. Kiralık arabamızı havaalanından aldıktan sonra, rotamızın en doğudaki kasabası olan Menton’a gittik. Yaklaşık yarım saatlik bir araba yolculuğu ile Menton’a ulaşmak mümkün. Arabamızı merkeze en yakın otoparka bırakıp, yanımıza mayolarımızı ve fotograf makinelerimizi aldıktan sonra keşfe başladık. Diger birçok Cote D’Azur kasabası gibi Menton da oldukça sevimli. Sokak aralarında gezip alışveriş yapabileceğiniz hediyelikçi dükkanları ve güzel yemekler yiyebileceğiniz restoranları olan bir “old town”, ufak sevimli bir marina ve 2 tane halk plajı var. Biz oraya vardığımızda öğlen olmuştu bile, önce etrafı yürüyerek keşfettik, sonra gözümüze kestirdiğimiz bir restoranda paella ve istiridyelerimizi yerken rose şaraplarımızı yudumladık. Bu bölge deniz mahsulleri açısından çok zengin olduğu için eğer seviyorsanız tüm tatil boyunca bol bol midye, isteridye, istakoz ve balık yiyebilirsiziz.
 
 
Yemekten sonra denize girmek için plajlardan birini gözümüze kestirdik. Plajların ikisi de halk plajıydı, herkes kendi şemsiyesi ve sandalyesi ile plaja yerleşmişti. Şezlong veya şemsiye kiralayan herhangi bir işletme göremedik. Tam denize girmeye hazırlanırken beklenmedik bir şekilde yağmur çiselemeye başladı, dağlardan doğru gelen gri bulutları görünce plaj keyfinden vazgeçmeye karar verdik. Tekrar sokak aralarına daldık. Menton limon üreticiliği ve her türlü limon ürünüyle meşhur. İtalyanların Limonçello’suna benzer limon likörleri, limonlu sabunları, limon reçelleri ve şekerlemeleri bulmak mümkün. Akşam üzeri rotamızın bir sonraki durağı olan Eze’ye hareket etmek üzere arabamızı otoparktan aldık ve yola koyulduk. Yaklaşık 5 dk sonra cep telefonumuza aldığımız bir telefonla otoparkta cüzdan düşürdüğümüzü anladık, kaybettiğimizi fark etmemiş olmamıza rağmen bulduğumuzu öğrenmek bizi sevindirdi. Fakat otoparka geri dönüp cüzdanı aldığımızda tüm paranın eksik olduğunu gördük! Tatilimizin ilk gününde baya bir para kaybetmiş olarak tatile başladık ama kredi kartı ve ehliyet kaybetmediğimize şükredip yolumuza devam ettik. Menton her nekadar güvenli bir kasaba olsa da yolda cüzdan bulunca içindeki parayı alacak insanlar orada da varmış bunu öğrenmiş olduk. Siz siz olun dikkatli olun. Neyse yarım saatlik bir araba yolculuğu sonrasında yüksek bir tepeden denize bakan konumda kurulmuş eski bir ortaçağ kasabası olan Eze’ye ulaştık. Ak?am üzeri saatlerde orada olmak hem sıcağı atlatmış olmak için önemli hem de güzel fotoğraflar çekebilmek adına güzel ışığı yakalamak için 🙂 Daracık sokaklarında yürümek, minik sevimli dükkanlarına girip çıkmak çok keyifli. Kasabanın en yüksek noktasında bence mutlaka görülmesi gereken “Jardin d’Eze” (sanirim Eze’nin bahçesi anlamına geliyor), dünyanın birçok yerinden gelme irili ufaklı birçok kaktüsü barındırıyor. Ama esas güzelliği konumu ve manzarası. Fotoğraf severler için bir cennet. Mutlaka geniş açı lens ile gidin. Sonrasında manzaraya karşı birşeyler içmek isterseniz Chateau Eza’nın terası mükemmel. Lokal roze şarap, yanında yerel zeytinle servis ediliyor ve leziz. Yaklaşık 2 saati Eze’de geçirdikten sonra bir sonraki durağımız olan Monaco-Monte Carlo’ya hareket ettik. Mesafeler oldukça yakın, bizim geldiğimiz sezonda trafik de rahattı. Arabayla bir yerden bir yere gitmek ve park hiç sorun olmadı.
 
 
 
Turumuzu planlarken ilk gece konaklamayı Monte Carlo’da yapmayı düşünmüştük. Nice de alternatifler arasındaydı. Ama son karar ilk 2 gece Cannes’da kalmaya karar vermiş, otelimizi de öyle ayarlamıştk. Monaco’yu görünce bu kararımızda haklı olduğumuzu anladık. Bina üstüne bina, tam bir beton yığını. Bence estetikten oldukça uzak. Tek bir istisna var o da eğer lüks arabalara merakınız varsa mutlaka görülmesi gereken bir yer olduğu gerçeği. Biz meşhur casino Monte Carlo’ya yakın bir otoparka arabamızı park edip, diğer herkes gibi casino önünde gelip geçen lüks arabaları izlemeye koyulduk. Hemen casino yanındaki Cafe de Paris’ye oturup birşeyler içerek etrafı izlemelisiniz. Daha sonra casino’ya mutlaka girilmeli, oynamak zorunda değilsiniz binanın güzelliğini görmek bile yeter. Giriş parasız. Malesef fotoğraf çekmek yasak. Monaco’da toplamda 2 saat geçirmek bize yetti. Otelimiz Cannes’da olduğu ve saat de geç olduğu için yola koyulduk. Yaklaşık 1 saatlik araba yolculuğu sonrasında gece 23:00 gibi otele vardık. Otelimizin yeri de kendisi de beklediğimizden kat kat güzeldi. (Chambres d’Hôtes Bisou)
 
Öncelikle Cannes’ın restoranlar bölgesinde olduğu için o saatte hala cıvıl cıvıldı. Akordiyon sesleri arasında otelimizi bulduk. Sadece 3 odası olan oldukça butik bir oteldi. Yüksek tavanlı odaları ve bol kaktüslü balkonu ile çok sevimliydi. Çok da memnun kaldık. Sahibi italyan bir bayan, kuzeni bu sezon ona yardımcı olmak için oradaydı ve bizimle hep o ilgilendi. Her sabah bir yandan kahvaltımızı ederken bir yandan da onunla hoşça sohbet ettik. 
 
 
2. günümüze kahvaltı sonrası otelden çıkıp Cannes’ı gezerek başladık. Cumartesi günü olduğu için yerel halk erkenden kurulan meyva, sebze ve çiçek pazarına akın etmişti. Turistlere de oldukça hitap edecek bir pazardı. Meyva ve sebze kısmı akdeniz iklimi dolayısıyla bizden çok farklı olmasa da, çeşit çeşit peynir, zeytin olan tezgahlar ilgi çekiciydi. Ve tabi ki çiçek tezgahları da benim ilgimi çekti. Dayanamayıp minik bir pembe gül demetiyle pazardan ayrıldık. Daha sonra arabamızı alıp yola düştük. 2. gün rotamız Antibes, Nice ve St.Paul de Vence’i kapsıyordu. Önce Antibes’e gittik, Cannes’a yarım saat mesafede. Bence çok sevimli bir kasaba. Arabamızı old town’a en yakın otoparka koyup dolaşmaya başladık. Cannes’da olduğu gibi burda da cumartesi günleri pazar kuruluyormuş. Old town’ın ayrı yerlerinde hem meyva sebze pazarını hem de antika şeylerin de satıldığı bit pazarını gezdik. Kasaba oldukça kalabalık ve hareketliydi. Bu kasabanın bir özelliği de Picasso’nun hayatının bir döneminde burada yaşamış olması. Eski evi şu an müze. Ev dediğime bakmayın oldukça büyük bir bina. Müzeyi gezmenizi ve terastan manzarayı izlemenizi öneririm. Bu manzaraya karşı ilham almamak mümkün değil. Antibes’e 2 saat ayırmalısınız. Hem gezmek hem yemek içmek için güzel. Şirin kafelerden birinde ya da kurulan pazar yerinde ayak üstü birşeyler yiyebilirsiniz. Biz Antibes’ten sonra Nice’e gittik. Yarım saatten az sürdü yolculuğumuz. Meşhur km’ler uzunluğundaki Nice sahili boyunca araba ile gezip old town’a en yakın
noktada arabamızı park ettik. Sahil boyunca denize girebilirsiniz. Birçok farklı işletme ve halk plajı var. Biz halk plajını tercih ettik. Cumartesi günü olduğu için plajlar da çok kalabalıktı. Halk plajlarında şemsiye şezlong servisi yok ve plaj da taşlık yani çok konforlu değil. Ama deniz güzel. Biz biraz yüzüp serinledikten biraz da dinlendikten sonra Nice old town gezimize başladık. Oralara kadar gitmişken mutlaka Nice de görülmeli. Gündüz bile oldukça renkli ve hareketliydi eminim akşamları restoranların olduğu kısım çok daha hareketlidir. Turunuza 1 gece Nice’de kalmayı da rahatlıkla ekleyebilirsiniz. Biz sadece 2 saat geçirdik. Bilimum şekerlemeci ve dondurmacılarda mola verip yiye içe gezdik.
 
Akşam üstüne doğru bir ortaçağ dağ kasabası olan St.Paul de Vence’e hareket ettik. Yemyeşil, daracık bir dağ yolundan yarım saatte ulaştık. Bence kesinlikle görmeye değer. Daracık sokakları ve mükemmel restore edilmiş binaları ile harika bir yer. Özellikle sanat meraklıları için ideal çünkü birçok sanat galerisi ve atölye mevcut. 1 saatte gezebilirsiniz. Biz Cannes’a geç kalmak istemediğimiz için hızlıca gezdik ve geri döndük. İlk gece Nice’de kalmak bizi fazladan yol gidip gelmekten kurtarabilirdi ama Cannes’daki otelimizi de çok sevdik, 2 gece kalmış olmaktan pişman olmadık. Cannes’a 18:00 sularında vardık. Sahil boyunca yürüyüp meşhur otellerin önündeki lüks arabalara baktık. Plajlar o saatte boşalmaya başlamıştı. Cannes’da da denize girebilirsiniz bizim ona vaktimiz olmadı. Sahile inen sokaklardan birinden içeri girip mağazaların olduğu cadde boyunca da yürüyebilirsiniz. Akşam yemeği öncesinde günün yorgunluğu atmak üzere otele uğradık biraz dinlenip hazırlandıktan sonra yemek için tekrar çıktık. Otelimizin hemen yakınında restoranların olduğu sokağı yürüyüp tencere dolusu midye yiyebileceğimiz LaBravade isimli sevimli bir yer bulduk. Bu gezide birkaç kez tencere midyesi yedik. Sarımsaklı-kremalı ya da rokfor soslu olanları denemelisiniz. İstakozlu risotto da bir diğer güzel lezzetti. Yemek sonrası sahilde yürümenizi tavsiye ederim. Oldukça hareketli. Bizim otelimizin olduğu bölge nispeten daha mütevazi ve halkın da sahilde çoluk çocuğu ile vakit geçirdiği bölgeydi. Sahil boyunca ilerledikçe lüks ve sosyete kat sayısı artıyor. Ama malesef hiç ünlüye rastlayamadık. Ertesi sabah erkenden St.Tropez’e hareket edeceğimiz ve çok yorgun olduğumuz için kısa bir yürüyüş sonrası otelimize döndük. 3. gün planımız erkenden St.Tropez’e hareket etmekti. Yüksek sezonda çok trafik olduğu için 3 saat sürebiliyormuş yol. Biz 10:00 gibi yola çıkarak 1 saatte bu yolu katettik. 
 
St.Tropez’e varır varmaz arabamızı yine bir otoparka koyup (Port otoparkı en yakını) limana yürüdük. Ufacık bir kasaba olmasına rağmen rengarenk evleri, kafe ve restoranları lüks mağaza ve limandaki yatları ile etkileyici bir kasaba. Gündüz daha ziyade etrafı keşfeden turistler var. Ara sokaklardaki çoğu restoran ve kafe akşam üstü saatlerde açılıyor. Biz 1 saat kadar old town ve limanda dolaşıp La Tarte Tropezienne’den aldığımız turtalarımız ellerimizde etrafı keşfettikten sonra sıcağın da etkisiyle plaja gitmeye karar verdik. St.Tropez’e araba ile sadece 10 dakika mesafede olan Pampelorre plajı en meşhur ve uzun plaj. Birçok işletme var. Genelde işletmelerde şezlong+şemsiye ücretli ve kişi başı 20-30 euro arasında değişiyor. Biz plajın ortalarına denk düşen Cap21’i tercih ettik. Kumsal ve deniz gerçekten çok güzel. Bembeyaz kum ve mavinin her tonu bir deniz…Kumsalın açığında 10larca yat demir atmış, kimbilir belki de ünlüler oralardaydı ama biz yine kimseyi göremedik. Günümüzün 4-5 saatini plajda geçirdik. Hem yüzdük, hem plaj boyunca yaklaşık 1 saat yürüdük, hem de dinlendik. Plajda hem özel işletmeler hem de halk plajı kısımları var. Halk plajı kısımlarında hiçbir ücret ödemeden kendi şemsiyenizi getirip yayılabilrsiniz. Plajın ortalarında rastladığımız KonTiki isimli resortu çok beğendik. Plaja yakın bungalowlar aile tatiline çok uygun görünüyordu. Plaj keyfi sonrasında St.Tropez’e araba ile 5 dakika mesafede bulunan Gassin bölgesindeki otelimize geçtik. (Mas de la Pinède)
 
St.Tropez’in içinde kalmak size pahalı geliyorsa 5-10 dk. mesafedeki kasabalarda daha ucuz opsiyonlar bulabilirsiniz. Gassin bölgesi daha ziyade üzüm bağlarının ve çiftlik evlerinin olduğu, bölgeye has çam ağaçlarıyla çevrili yemyeşil bir bölge. Bizim kaldığımız yer de aslında otel değil bir çiftlik eviydi. Yeşillikler içinde, tepeden deniz gören konumu hoşumuza gitti. Ama 1 geceden fazla kalmak için çok konforlu değildi. Ev sahibimizin sabah kahvaltımızı tepsiyle odamıza getirmesi ve balkonda kahvaltı keyfi en güzel kısmıydı. Neyse akşam yemeğini atlayıp birden kahvaltıya geçtim şimdi dönelim St.Tropez’in akşamına. Otelde hazırlandıktan sonra hava kararmadan  St.Tropez’e gittik. Güneş batımına kadar limanda dolaştıktan sonra yemek için bir restoran kestirdik gözümüze. Ambiansı gayet güzel olan La PesQuiere isimli restoranın malesef yemekleri için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Masalar birbirine o kadar yakındı ki yan masamızdaki Alman aile ile ahbap olduk. 
 
Gecenin en güzel kısmı yemek sonrası liman yürüyüşüydü. Ortalık iyice hareketlenmiş lamborgini’ler cirit atmaya başlamıştı. Lüks yatlarda parti yapanlardan tutun, arabaların ve yatların önünde fotoğraf çektiren sıradan halka kadar her türlü insan mevcuttu. Biz de fotoğraflama kısmına dahil olup geceyi kocaman birer külah italyan dondurması ile noktalandırdık. Tiramisu, pannacota, creambrule ve daha birçok leziz çeşidi ile mutlaka denenmesi gereken bir lezzet.
3. günümüzde biraz dinlendikten sonra 4. güne yine yoğun bir programla başladık. Sabah kahvaltı sonrası 9 gibi otelden çıktık. İlk hedefimiz Hyeres’in limanı olan Port du Fondue’ya varıp oradan Porquerolles adasına tekne ile geçmekti. Bu yolu 1 saatte aldık. Şansımıza 10:30’daki tekneyi yakaladık ve 20 dakikada adaya ulaştık. Adada sadece bisiklet ile ulaşım olduğunu önceden biliyorduk. Hemen bisikletlerimizi kiralayıp 20 dakikalık keyifli bir sürüşle cennetten bir parça olan plage de Notre Dame’a ulaştık. Robinson Cruso hayatına hazırlıklı olmalısınız, bikini ve mayolarınızı bir kenarda giymek durumundasınız çünkü kabin yok. Tuvalet de yoktu ya da ben göremedim. İçecek ve yiyecek birşeyleri çantanıza atmanızda fayda var orda bulmak mümkün değil.
Şemsiye şezlong da yok haliyle. Neyseki gündüz saatlerinde kumsal çoğunlukla çam gölgesiyle korunuyor böylece güneşte kavrulma riskiniz yok. Herşeye rağmen bu gözlerden uzak plaja ufacık bebekleriyle gelen aileleri takdir ettik. Denize ve kuma gelince, kum incecik bembeyaz ve deniz turkuazın her tonu. Biz yaklaşık 1 saat plajda vakit geçirip bisikletlerimizle limana geri döndük. Restoranlarda yine taze ve leziz deniz mahsulleri mevcut. Biz Il Pescatore’de yedik çok da memnun kaldık. Yemekten sonra saat 14:00’deki tekne ile geri döndük ve arabamızı otoparktan alıp yolumuza devam ettik.
 
 
Bir sonraki durak olan Cassis’e 1 saatlik bir sürüş ile ulaştık. En zor otopark bulduğumuz kasaba burası oldu ama sonunda bulduk. Daracık sokaklarından limana ulaıtık. Rengarenk evleri ve balıkçı kayıkları ile yağlı boya bir tabloyu andırıyor, bence kesinlikle görülmesi gereken bir kasaba. İsterseniz kasabayı gezdikten sonra 45 dakikalık bir tekne turu ile yakındaki Calanques denen sarp kayalıklar arasında gizli plajları görebilirsiniz. Ama bu turlar sadece gezi amaçlı durup denize giremiyorsunuz. Yanınızda uygun yürüyüş ayakkabılarınız varsa bu plajlara yürüyerek karadan ulaşıp denize de girebilirsiniz. Biz bu tekne gezisini akşam üzeri yaptık. Deniz oldukça dalgalıydı ve plajları da çok anlayamadık, bu sebeple çok tavsiye etmiyorum. Turun dönüşünde hemen limanın arkasındaki halk plajının turkuaz sularında serinledik. Yine havluya sarınıp üst değiştirmeye hazırlıklı olun.
 
Cassis bizim son gece konakladığımız Marsilya’ya sadece yarım saat mesafede ve çok daha sevimli bir yer. Bu sebeple dönüş uçağını Marsilya’dan alıp Cassis’de de konaklayabilirsiniz. Biz Marsilya’yı da görmek adına akşam üzeri oraya geçtik. Otelimiz hemen eski limandaydı. Dört gün boyunca gördüğümüz onca sevimli ufak kasabadan sonra Marsilya büyük, karışık, pis ve fazla kozmopolit geldi bize. Her milletten, ırktan insan gördük. İşi gücü olmayıp sanki yan kesicilik yapmak için bekleyen 5li 10lu erkek grupları rahatsız ediciydi. 
Herşeye rağmen gün batımını eski limandan izlemek keyifliydi. Yüksek konumuyla Basilique Notre Dame de Garde de günbatımını izlemek için iyi bir alternatif olabilir. Biz orayı ertesi sabah havaalanına gitmeden önce gördük. Günbatımı sonrası yemek yiyecek yine bir midyeci bulduk. Garsonlara nereleri gezebiliriz diye sorduğumuzda bu saatte artık güvenli değil sabah gezin dediler! Saat henüz 22:00 idi. Biz de yemek sonrası yine liman boyunca yürüyüp otele döndük. Gece ışıklandırmalarıyla şehir güzel görünüyor ama ertesi sabah basilikadan gördüğümüz manzaradan çok da hoşlanmadık. Tam bir liman ve sanayi şehri görüntüsüydü. Yine de gezemediğimiz ama güzel olan yerleri mutlaka vardır Bizim vaktimiz bu kadarına yetti. Kahvaltımızı bir kafede yapıp havaalanına geçtik. Böylelikle 4 günlük gezimiz güzel anılar ve fotoğraflarla tamamlanmış oldu.
    
 
dipnot:
 
– Kasabalar arasındaki tüm bu yolculukları çoğunlukla otobanı kullanarak yaptık bu sayede trafikten kurtulup daha hızlı ulaşabildik gideceğimiz yerlere. Otoban kullanacaksanız yanınızda bol bol bozuk para bulundurun.
 
– Yukarıdaki haritada kırmızı kısımlar rotayı göstermektedir.
 
bol gezili günler
Defne
 
 

Benzer

Yorum yaz